Poedat Akademisi: 6. Buluşma
11 Mayıs-1 Haziran 2024
Salt Galata, İstanbul
Araştırma süreci devam eden veya yeni tamamlanmış çalışmaların sunulduğu ve birbirinden farklı tezlerin, makalelerin, soruların tartışmaya açıldığı Poedat Akademisi, olgunlaştırıcı bir çember olma özelliği taşır. Poedat Akademisi üyeleri yoğunlaşmaya uygun, entelektüel tartışmaların kişisel paylaşımlarla bütünleştiği bir ortamda birlikte düşünürler.
Poedat Akademisi sosyal bilimler alanında çalışan üniversite öğrencilerine, araştırmacılara ve akademisyenlere yönelik olarak gerçekleştirilir.
Fırat Yusuf Yılmaz
Dijital Besin Müşterekleri: Kolektif Bir Beslenme Arayüzü Olarak İnternet ve Veri Sindirimi
Özet
Bildiri, yemek yemenin fiziksel doğası ile dijital tüketim arasındaki karşıtlığı bulanıklaştıracak şekilde veri sindirimine odaklanan sosyolojik bir analiz çalışmasıdır. İnternet sosyolojisinin alt kavramlarını ve internet üzerindeki kullanıcıların davranışlarını merkezine alır. Çalışma kapsamında internet tabanlı karşılıklı beslenme uygulamaları incelenir. İnternet kültürünün veri paylaşım ekonomisini temsil eden tohumlama (seeding), tarayıcı tabanlı tarım simülasyonu oyunları, sembolik internet gıdaları, veri iştahı ve toplu bir beslenme mekanizması olarak internet fikri ve insan-makine-diğer canlı türlerine ait ortak mideler ele alınır. Yapay zekânın ve internetin besinleri baz alan ekonomik sistemler üzerindeki etkisinin altını çizer. Fiziksel besin dağıtımındaki maliyet ve verimlilikle ilgili sorunları çözmek için internet üzerinde işletilen demokratik dağıtım sistemlerine odaklanır. Bu sistemleri daha adil hâle getirebilmek için dijital arayüzlere eleştirel bir mesafe alır. Dijital alanlarımızın sürekli büyümeye devam etmesi gerektiğinden, elektrikli sistemlerinin gücünün artık doğrudan doğruya dijital açlıkla ilişkili olması nedeniyle giderek daha da önemli hâle gelen organik bazlı dijital kaynakları tartışır. Bu çelişkili bir arada yaşamanın, iç işleyişi hakkında çok az fikrimiz olan sistemleri insanileştirme eğilimimiz aracılığıyla gerçekleştiğini iddia eder. Metabolik yapıları algılama biçimimizde estetik bir değişim yaşandığını savunur. İnternette doğan estetik akımların giderek daha organik, canlı ve akıcı hâle geldiğini imler. Elektrik sistemlerinin bilinçaltımızda ve yavaş yavaş vücudumuzun işleyişini taklit edecek şekilde nasıl dönüştüğünü gözlemler. Bu estetiğin, yavaş yavaş vücudumuzun işleyişini taklit edecek şekilde bilinçaltımızda nasıl dönüştüğünü belgeler.
Örnek: Makineler ve canlılar arasındaki karşılıklı beslenme uygulamaları, sanatçı Eduardo Kac’ın çalışma konusu oluşturur. İnternet ortamını ve biyolojik ekosistemi bir araya getirmeye çalışan deneysel şair ve yazılımcı Eduardo Kac; insan, bitki ve makine arasında işlev gösteren hibrit arayüzler ve deneyimler tasarlar. Bir çalışmasında, sergileme alanının ortasına yerleştirilmiş saksı içerisindeki bir bitki tohumunun etrafına dört ekran yerleştirilir. Ekranlar, kameradan yansıtılan görüntünün ışık değerini alıp bitkinin içinde bulunduğu ortama aynı oranı koruyarak aktarır. İnternet üzerinden isteyen herkes ekranlara bağlanıp sırayla bitkiye kendi çevresinin gün ışığını paylaşabilir ve kapalı ortamdaki bitkiye yardım edebilir. Eduardo Kac, oluşturduğu sanat pratiğini “tele-varlıklar için bio-telemasyon” olarak isimlendirir. Telematik katılım potansiyeli, küresel çapta birbirine ekranlar aracılığı ile bağlı kişiler için İnternet’in ışığı ile büyüyen ortak bir bitkiye sahip olma şansı verir. Uzak ülkelerden ve şehirlerden gelen fotonlar galeriye “ışınlanır” ve bitkiyi -normal biyolojik çevresinde ulaşamayacağı- farklı atmosfer manzaraları ile karşı karşıya getirir. Sanatçı, yaşamı destekleyen kolektif bir ilgilenme (caring) sistemi olarak internet fikrini ortaya atarak türler arası internetin ilk örneklerini sanat sahnesine taşır.
Araştırma internet üzerinde bulunan adil beslenme, karşılıklı yarar ve demokratik besin dağıtımı için işletilen sistemleri mercek altına alır. Küresel olarak veri alışverişi yapmak ve başka bir alıcıyı “tohumlamak” için kurulan bir platform olan Torrent’in potansiyellerini inceler. İnternet ağlarını, metaforik olarak başkalarını tohumlamak ve bilinmeyen alıcılara verilerle kaynak sağlamak için aracı bir sistem olarak kurgular. Teknolojik nesnelere ait dijital sindirim sistemleri üzerinde ve iletken gözeneklerde ortaya çıkabilecek yeni bir beslenme pratiği hayal etmeye çalışan araştırma; türler arası internette oluşacak çoklu mideleri, yeni sindirim biçimlerini ve ortak metabolizmaları geliştirmeyi hedefler. Ek olarak, teknolojik cihazlar ve diğer canlı türleri arasında oluşabilecek bir yemek masasının nasıl görüneceğini hayal etmek için görsel ve düşünsel referanslar üretir.
Ömer Çetin
İstanbul’un Şehir Peyzajında Güvenliğin Materyal Politiği
Özet
Güvenlik, ulusal sınırlardan şehir meydanlarına, uluslararası havayollarından, mahalli yerleşkelere uzanan karmaşık ve küresel bir dizi mekanizma ve bilgi akışları çerçevesinde bir pratik ve söylem aracılığıyla üretilir. Her güvenlik ya da güvensizlik durumu belli bir söylem ve maddi politikanın eş anlı biçimde yürürlüğe konması sonucu ortaya çıkar. Bu durum başlı başına kendisini oluşturan ilişkilerden azade üretici bir işlevi de bünyesinde barındırır. Bu yüzden güvenlik çalışmalarını tek yönlü bir “güvenlikleştirme” süreci olarak değil, söylemlerin ve mekanın dönüşümünü inceleyen antropolojik bir yaklaşımla yürütmek gerekmektedir.
Foucault, 18 Ocak 1978 tarihli Collège de France dersinde güvenliğin işlerliğinin kentin bir dolaşımlar uzamı olarak ele alır ve güvenliğin bu dolaşımları sınırlamaktan ziyade akışlarını sağlamak amacıyla cisimleştiğini ifade eder. Güvenlik kendinden önceki iktidar modellerinden farklı olarak kapatmaya ya da sınırlamaya yönelik değil dolaşımın sürekliliğini sağlamak üzere mevcut somut materyal mekanın üzerinde gelişir. Bir normu ya da kaideyi esas almaz onun yerine ortamın düzenlenmesi aracılığıyla somut eylem alanını belli bir şekilde yapılandırarak bir yönetim ortaya çıkarır. Bu yönetim belirli düzenlemeler aracılığıyla devlet, piyasa, bireyler ve bunların bir arada oluşturduğu melez formlar ile özgürlükle yöneten bir güvenlik dispositifi oluşturur. Rose, güvenlik tekniklerinin modern dönemde çeşitli güvenlik mekanizmaları aracılığıyla güvensizlik üzerinden yönetimin kurulduğunu söyler. Dolayısıyla güvenlik belli bir risk ve belirsizlik durumuna karşı alınan önlemlerin politikası olarak tanımlanabilir.
Güvenlik düzenlemelerinin gerçekleşmesi çeşitli uzmanlar ve aktörlerin ulusal ve uluslararası çevrelerde ürettikleri bilgi, düzenekler, programlar ve planların karşılıklı biçimde etkileşmesi sonucu oluşur. Güvensizlik üzerinden yönetim de bu ilişkisellik aracılığıyla kurulur. Bu güvensizlik durumu çeşitli ulusal ve uluslararası bilgi ağları neticesinde mevcut somut çevrenin düzenlenmesini ifade eder. Kent uzamında güvenlik önlemleriyle bir tür korku/endişe coğrafyası inşa edilir ve insanlar güvenlik mekanizmaları ile karşılaşmalarında güvensizliği duyumsar hale gelir ve güvenlik önlemleri aracılığıyla belirginleşen kentsel ayrımlar içsel biçimde yerleşir. Böylece güvenlik/güvensizlik söylemi kent uzamını etkilerken bir yandan maddi politikasının aracılık ettiği ayrımcılıklar, eşitsiz gelişmeler ortaya çıkartır.
Bu çalışma özelinde İstanbul’un 2000’ler sonrası kent peyzajının oluşması sürecinde ortaya çıkan tartışmalar ve inşa faaliyetlerinin sonucu ortaya çıkan maddi coğrafya incelemeye tabi tutulacaktır. Etnografik gözlem ve arşiv araştırmasının kullanılacağı çalışmada sermaye ve devlet eliyle yürütülen iki ayrı yeniden düzenleme örneği olarak Beyazıt Meydanı ve Galataport İstanbul ele alınacak, bu mekanların düzenlenmesi öncesinde ortaya çıkan tartışmalar ve mekanlarda oluşturulan materyal unsurların yarattığı akış ve engellemeler sonucu oluşan güvenlik coğrafyası tasvir edilecek, bölgelerde oluşturulan akışlar, kullanılan güvenlik ve tasarım ekipmanlarının yerleşim düzeni etkisi açıklanacaktır. Araştırmanın arşiv araştırması ve literatür taramasında TMMOB Mimarlar Odası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Emniyet Genel Müdürlüğü ve medyanın dahil olduğu toplantılar, raporlar ve diğer malumatlar incelenecek ve güvenliğin politik inşasında bireylerin, şirketlerin, devletin vb. muhtelif iktidar unsurlarının taktikleri ve stratejileri ortaya çıkarılacaktır. Yapılacak olan incelemeler neticesinde kentin güvenlik estetiğini oluşturan kozmopolitan güvenlik anlayışının sterilizasyon, fonksiyon ve sınırların belirlenmesi, aydınlatma ve yenileme gibi süreçlerin güvenlik söylem ve mekanizmalarına nasıl eşlik ettiği ve İstanbul’un kent peyzajına etkisi ortaya çıkarılacak bu politikaların ardında gizlenen eşitsiz ilişkiler ve siyasetsizleştirme girişimleri deşifre edilecektir. Çalışma özetle güvenlik politikaları tartışmalarında göz ardı edilen toplumsal eşitsizlik ve kentsel tasarımın politik etkisini ortaya çıkarma girişimi niteliğini taşımaktadır.
Derya Yıldız
“Saatlerin Tıkırtısı”nda İmkânsız Bir Tahayyül Olarak Yazma Edimi
Özet
Yazma edimi, kurmaca metinlerde gündelik hayat pratiklerinin sıradan gerçekliğine karşı yaratıcı bir eylem olarak karşımıza çıkmaktadır. Eylemin bir “sığınak alanı” biçiminde tahayyül edilmesinin temel sebebi, hem kentin hem de taşranın bireyi açmazlara sürüklemesidir. Yazma edimi, bireyin durağan ve akışkanlıktan uzaklaşan zamanı istediği gibi büküp tahakküm altına alamadığı zamanlarda yeni bir “an” inşa ederek tekdüzeliği yıkıma uğratmaktadır bir bakıma.
Yusuf Atılgan’ın “Saatlerin Tıkırtısı” öyküsündeki anlatıcı-karakter, yaşamının örüntü gibi yinelenen düzeninden sıkılıp bu kötücül gerçekliğe karşı yazma edimi ve arzusunu gündelik hayatının merkezine yerleştirmektedir. Taşrada ve modern kentin bireylerinde benzer duyguların tezahürüne yol açan tekdüzelik, “Saatlerin Tıkırtısı”ndaki karakterin de savaştığı bir gerçeklik olarak metnin kurgusunda ön plandadır. Yeni bir gerçekliğin yaratımıysa karakterin kafasındaki öyküyü kurgulamasıyla mümkün olacaktır. Anlatıcının tanımadığı bir saatçiye dair hikâyeler kurgulaması, zihnindeki saatçiyle gerçekteki saatçi arasındaki uyuşmazlıklardan söz edişi ve gerçek-kurmaca ikircikliği bakımından metin, okurlarca yazma ediminin imkân ve imkânsızlığını sorgulatacak birtakım fikirlere kapı aralamaktadır. Tam da bu noktada Nurdan Gürbilek’in “taşra sıkıntısı” tanımıyla beraber metni yeniden düşünmek yerinde olacaktır. Gürbilek, Türkçe edebiyatta taşra sıkıntısı adını verdiği ruh hâlini taşıyan bireyleri anlatırken bu psikolojik sorunu, yalnızca köyü ya da kasabayı kastetmeden şehirde de yaşanabilecek bir dışta kalma, daralma, evde kalma deneyimi biçiminde detaylandırır. Diğer bir deyişle taşra sıkıntısı kavramı, merkez ve taşra ikiliği üzerinden ilerleyen ve yalnızca taşrada deneyimlenebilecek bir iç bunalımın ötesinde, kent mekânında da hissedilebilecek bir daralma, mekâna hapsolma ve çevreye yabancılaşma hissini tarif eder. Psikolojik bir mücadeleyi gerektiren taşra sıkıntısı, Türkçe edebiyatın kurmaca eserlerindeki karakterlerin çevreyi algılama ve yorumlama biçimlerinde, edimlerindeki sapmalarda ve aniden ortaya çıkan benlik krizlerinde görünürleşmektedir. Yazma istencine rağmen taşranın bu edimi imkânsızlaştıran, daralmışlık ve yoksunlukla iç içe geçen gerçekliği, öyküdeki anlatıcı-karakterin mekân tasvirlerine de sinmektedir. Dükkân daracıktır, içi karanlıktır ve taşranın kurulumuna benzer bir biçimde hep aynı sesleri çıkaran saatlerle çevrilidir. Metinde bireyi “daralma”, “mekâna hapsolma” gibi sıkıntılarla dolu, kapalı ruh hâlinden kurtaran ilk edimse sokağı gözlemlemektir. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ındaki ana karakteri C. de sokağı adımlayan, kimi zaman kalabalığın peşinden giderek çevreyi gözlemleyen bir karakterdir. Aylaklık edebiyatı inşa eden Atılgan’ın Aylak Adam romanında kentin sokaklarını dolaşan karakteri ve “Saatlerin Tıkırtısı” öyküsündeki kasabanın sokaklarını dolaşan karakterinin birbirine çok benzeyen bunalmışlık hâlleri Nurdan Gürbilek’in “taşra sıkıntısı” kavramını taşra mekânlarının dışına, kentsel mekânlara da taşıyan tasviriyle örtüşmektedir. “Saatlerin Tıkırtısı”, bir bakıma yazmayı ertelemenin hikâyesidir de denilebilir kısaca. Öykü her ne kadar saatçiye dair kurgulanan hikâyelerle katmanlaşsa da tıpkı Aylak Adam’daki gibi “Saatlerin Tıkırtısı”nın ana karakteri de bir aylak gibi sokakta dolaşarak değişik yazma malzemeleri bulmaya çabalamaktadır. Saatçiye adını ve hayat hikâyesini sormak istemeyen anlatıcı, “Hem hikâyemi yazmam için öğrenmem gereken önemli bir şey daha vardı. Bunu ona soramazdım. Komşularından birine soracaktım.” gibi bahaneler üretmeyi, kurguladığı saatçinin hikâyesini yazıya geçirmek yerine yeni mikro anlatıları hayal etmeyi seçmektedir.
“Saatlerin Tıkırtısı”nda yazma edimi, ana karakteri tekdüze yaşamından kurtarma potansiyelini barındıran ve hayata bağlanmasını da sağlayan bir “tutamak” işlevlerini görse de burada dikkatleri çeken mesele öyküdeki karakterin yazma arzusunu hiçbir zaman gerçekleştirememesidir. Bu çalışmadaysa yazma ediminin tüm olanaklarına rağmen neden imkânsız bir tahayyül olarak kaldığı Nurdan Gürbilek’in “taşra sıkıntısı” tanımında tartışmaya açtığı meselelerle beraber ortaya konulacaktır.
Zeynep Avcı
Kadın İçin Şeyhlik Yalnızca “Rüyalarda” Mı?: Asiye Hatun’un Rüya Defterinde Karizmatik Liderlik Kavramı
Özet
Toplumsal cinsiyet normlarının bir cinsiyetin lehine yapılandığı toplumlarda gözlemlenebilen eşitsizlikler, Osmanlı Devleti’nde erilliğin baskınlığıyla kadını ötekileştirmiştir. Kadın kamusal alanda görünür değildir, bu sebeple kadın ve özel alan arasında diyalektik bir oluşumun biçimlendiği söylenebilir. Bu durum sosyokültürel, politik ve ekonomik anlamda 17. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin deneyimlendiği çalkantılı süreçlerde daha da net bir şekilde gözlemlenebilir. Saltanatın önceki yüzyıllara oranla güç kaybetmesi, dış politikada gerçekleşen yenilgiler ve iç politikadaki toplumsal ayaklanmalar, imparatorluğun farklı düzeylerinde otorite boşluğu yaratmıştır. Bu otorite boşlukları, çeşitli güç unsurları tarafından “doldurulmaya” çalışılmıştır. Bu güç unsurlarından birinin de dinî topluluklar olduğu ifade edilebilir.
19. yüzyıla dek çoğu devlette devlet-yönetici ilişkisini maddi ve manevi olarak kuvvetlendiren kutsal baba figürü, siyasi ve sosyal anlamda çalkantılı süreçler yaşayan devletlerde eski gücünü kaybetmiştir. Kutsal baba figürü kavramını kullanırken politik gücünü yüce olan dinden alan, kan bağına dayanan ve çoğunlukla erillikle özdeşleşen mutlak ve kutsal gücü kastediyorum. 17. yüzyılda Osmanlı Devleti sınırlarında deneyimlenen iç isyanlar, bireylerin algılarında yer alan kutsal baba figürünü zedelemiş ve farklı bir güç arayışına girmelerine neden olmuştur. Bu bağlamda karizmatik liderliğin devingen yapısıyla yeni politik, ekonomik ve sosyokültürel düzenler oluşturmak için elverişli olduğu söylenebilir. Böyle bir kriz döneminin sonucu olarak ortaya çıkan karizmatik liderlik, Halveti Tarikatı’nda da etkendir.
17. yüzyılda Üsküp’te yaşayan Asiye Hatun, Halveti Tarikatı’na mensup olup tarikatın öğretileri ışığında ilk olarak Veli Dede isimli şeyhe bağlanmıştır. Ardından kendi ifadesiyle “sebepsiz” yere şeyhinden soğuyan Asiye, dönemde karizmatikliğiyle ön plana çıkan Muslihüddin Efendi’yi rüyalarında görerek ona yakın hissetmeye başlar. Bu yakınlık, fiziksel karşılaşmaları olmamasına rağmen ruhani ve dinî düzeyde olduğundan Asiye Hatun için Muslihüddin Efendi’nin yüceliği ve saygınlığı artmıştır. Dönemde sosyoekonomik açıdan iyi bir konuma sahip olmasının yanında okuryazar olan Asiye Hatun’un güçlü konumuna rağmen, anlatının üslubuna dayanarak, kamusal alanda dişil sesiyle var olamadığı söylenebilir. Bu sebeple Asiye Hatun’un, “duyulabilir” bir sese sahip olmayı tahayyül ederken yaratacağı özel alanın aracısı olarak rüyalarını işaret ettiğini savunacağım. Bu bağlamda Asiye Hatun, dinî temelli yorumladığı ve kendi rüyalarını içeren bir rüya defteri üretmiştir fakat bu defterde yalnızca Asiye Hatun’un kendi rüyaları olmasına rağmen rüyalarının içeriğindeki güçlü ve karizmatik unsurları kendisine değil şeyhine atfettiği gözlemlenebilir. Böylelikle yaşadığı dönemdeki toplumsal cinsiyet normlarına alternatif bir gerçekliği rüyalarında yaratarak kendi benliğine dair bir arayış içerisinde olduğu söylenebilir. Bahsettiğim benlik arayışında fiziki dünyanın kamusal alanında yetersiz ve “iradesiz” olan dişil sesinin yerine rüyalarıyla yarattığı özel alanda eril sesin karizmasından yararlanan bir dişil sesin rüya defterinin oluşmasında etken olduğunu düşünüyorum.
Bu çalışmada özel-kamusal alan arasındaki ayrımlar ve ortaklıklara odaklanarak Asiye Hatun’un, rüyalarında kendisini gösteren karizmatik güç unsurlarını eril sesle özdeşleştirdiğini ve aslında kendi dişil sesine ait olan karizmayı erillik algısında aradığını öne sürüyorum. Çalışmamın ilk kısmında erkek-erkek etkileşimine odaklanarak karizmatik liderlik çevresinde şekillenen erkekler arası hiyerarşik yapıdan bahsedeceğim. Ardından kadın-kadın etkileşimini vurgulayarak dönemdeki toplumsal cinsiyet normlarına aykırı olan Asiye Hatun’un “iradesiz” iradesini dişil sesiyle nasıl meşrulaştırdığını ve kendisini karizmatikleştirdiğini inceleyeceğim. Son olarak görünürlük ve kesişimsellik bağlamlarında kadın-erkek etkileşiminde karizma kavramının algılanışına dair yorumlarda bulunacağım. Buradan yola çıkarak Asiye Hatun’un, fiziksel dünyada dişil sesiyle var olamaması nedeniyle rüyalarında eril sesin karizmasından yararlanarak kendi benliğini karizma üzerinden dişil sesiyle oluşturduğunu savunacağım.
Ömer Rafi Çiçek
Daktilonun Gösterdikleri, Fotoğrafın Yazdıkları: Kalan’ın Portresi
Özet
Bu çalışmada Almanya’ya 1961 yılında Opel fabrikasında çalışmaya giden Celal Sevinç’in kişisel arşivi üzerinden göçe ve göç anlatısına odaklanılacaktır. Ancak büyük bir olgu olan göçe doğrudan odaklanmak yerine ilk kısımda Celal Bey’in ve ailesinin kişisel notları üzerinden geride kalanın tanıklığına, Almanya’ya gidebilme uğraşına yer verilirken ikinci kısımda fotoğraflar üzerinden anlatının bütünlemesine çalışılacaktır. Büyük anlatıların ölümüyle derinliksiz, parçalı ve merkezsiz postmodern benlik için tutarlı bir yaşam anlatısı kritik bir önem taşımaktadır. Büyük hikâye araştırmaları, hikâyeleri dünyanın ve bu dünyadaki kimliklerin bir yansıması olarak analiz eder. Küçük hikâye yaklaşımı ise sıradan insanların kim olduklarına dair bir fikir geliştirmek üzere etkileşim sürecinde hikâyeleri nasıl kullandıklarıyla ilgilenir (Bamberg, 2011:16).
Arşive girecek kadar önem arz etmeyen, çeperde kalmış yaşamlar küçük hikâye anlatıları olarak değerlendirilebilir. Örneğin, Hatice Hanım’ın Frankfurt’taki Celal Bey’e Erika marka Daro model daktiloyla yazdığı mektuplar, Celal Bey’in Yozgat’taki oğlu Halil’e gönderdiği kartpostallar, Halil’in Çiçekdağı Nüfus Müdürlüğüne yazdığı dilekçeler ve Frankfurt’taki Opel fabrikasının Celal Bey’e dair işveren formları. Bu küçük yaşantıların küçük evrakları Almanya’ya yapılan büyük bir göç anlatısının parçalarıdır. Büyük anlatı araştırmalarına alternatif olarak gelişen küçük hikâye anlatıları yaşantıda etkileşimi artırmakta, kimlikleri ön plana çıkarmaktadır. Bu yaklaşım, benliği hem hakkında konuşulan olarak hem de aktif bir anlatıcı olarak hikâye anlatımının “şimdi ve buradası”na yerleştirir (Bamberg, 2011: 15 ve Georgakopoulou, 2016: 302).
Bireyin kayıp bütünlüğünü onarmaya çalıştığı en önemli anlatı araçlardan biri ise fotoğraflardır. Bir kültürel araç olarak fotoğraf anlatıyla hep ilişkili olmuştur ve tarihsel durumla uyumlu bir şekilde bu ilişki ilerlemiştir (Karaaslan, 2019: 321). Fotoğraf denilen olgu, elde tutulan ve temaşa olunan o “bitmiş” nesnenin ötesinde bir anlam ifade eder (Ersoy, 2017:195). Celal Bey’in aldığı Kodak marka fotoğraf makinesiyle çekilen ve ona gönderilen fotoğraflar küçük yaşantıların tamamlayıcısı niteliğindedir. Yazının sunduğu geniş perspektiften bakılacak olursa fotoğraf teknik ve insanı ilgilendiren unsurların birleştiği, aslında performatif boyutu da olan bir süreçtir. Bu çalışmada da yazı ve fotoğrafın birlikteliği ile Celal Bey’in geride bıraktığı ailesinin portresi çıkarılarak, gidenin değil kalanın hikâyesi anlatılarak göçün iç yüzü gösterilecektir.
Emirhan Mutlu
Karamürsel Amerikan Üssü ve Bölgedeki Sosyal Hayata Etkileri
Özet
İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan iki kutuplu dünyada Türkiye tercihini Batı bloğundan yana kullanmış ve ABD’nin müttefiki olmuştur. Aynı zamanda NATO üyesi de olan Türkiye, birtakım ikili anlaşmalarla topraklarında Amerikan askeri üsleri kurulmasına izin vermiştir. Bu üslerin faaliyet alanı yalnızca askeri operasyonlar ve eğitimlerle sınırlı kalmamıştır. Bu üsler aynı zamanda Amerikan yumuşak gücünün önemli bir parçası olmuş ve Amerika’nın ekonomik ve kültürel bir hegemonya oluşturmasına katkı sağlamıştır. Bu da üslerin kurulduğu bölgelerde Amerikan etkisinde yeni bir sosyal hayat ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu üslerden biri de Karamürsel Amerikan Hava Üssü’dür. Kocaeli’nin Karamürsel ilçesinde Yalova-Karamürsel yolu üzerinde ve Marmara Denizi’nin kıyısında kurulmuş olan bu hava üssü çok sayıda Amerikan askeri personelin bölgeye gelmesine neden olmuştur. Üsteki barınma imkanlarının herkese yetmemesi nedeniyle Amerikalıların bir kısmı bölgede evler kiralamış ve halk ile ilişkiler kurmuşlardır. Ayrıca üste çalışan Türk işçiler de iki grup arasında etkileşim kurulmasına sebep olmuştur. Bu bildiride Karamürsel Amerikan Hava Üssü’nün bölgedeki ekonomik ve kültürel hayata olan etkileri incelenmeye çalışılacaktır.
Tartışma
Yapay Zekâ ve Üniversite
Derya Yıldız
Konuşmacı
Emirhan Mutlu
Konuşmacı
Fırat Yusuf Yılmaz
Konuşmacı
Ömer Çetin
Konuşmacı
Ömer Rafi Çiçek
Konuşmacı
Zeynep Avcı
Konuşmacı