2. Analitik Felsefe Çalıştayı
28 Ağustos-1 Eylül 2023
Gümüşlük Akademisi, Muğla
Analitik felsefe, öncül-sonuç bütünlüğünün amaçlandığı, kavramların ayrıntılıca çözümlendiği ve dil açıklığının önemsendiği bir çalışma alanıdır. Felsefe literatürünün önemli bir bölümünü oluşturan, karmaşık teorik birikimi hassas pratik alanlara çağırabilen ve bilimlerle ilişkilenebilme özelliğiyle öne çıkan analitik felsefe, dünyanın birçok bölgesinde baskın felsefe okulu olma niteliğini kazanmıştır.
Analitik Felsefe Çalıştayı merkezine analitik felsefedeki çağdaş gelişmeleri alarak etik, siyaset felsefesi, bilim felsefesi, bilgi felsefesi, zihin felsefesi ve dil felsefesi gibi alanlarda çalışan felsefecileri, araştırmacıları ve öğrencileri bir araya getirir.

Faik Kurtulmuş
Bilim Temelli Politika: Bütünsel, Gerçekçi ve Kurumsal Düşünmenin Gerekliliği
Özet
Temsili demokrasilerde bilimsel danışma komiteleri, hükûmetin politika oluşturması için ihtiyacı olan bilimsel bulguları hükümetle paylaşır. Hükûmet, paylaşılan bilgi ışığında politikalar oluşturur. Vatandaşlar da hükûmetin kendisine sunulan bilgi ışığında seçtiği politikaları değerlendirir ve seçimler yoluyla hükûmetten hesap sorar.
Fakat politika yapıcılara sunulan deliller nötr değildir. Hükûmete sunulan bilimsel bilgi, bilim insanlarının değerlerinden etkilenebilir ve hükûmet ile bilim insanları tarafından belirli politikaları desteklemek amacıyla şekillendirilebilir. Bu da demokratik hesap verebilirliği tehlikeye atar.
Bu makale, bilim temelli politika yapımında demokratik hesap verebilirliğin sağlanması için aşılması gereken iki temel zorluğu ele almaktadır. İlk olarak, epistemik risk yönetiminde bütünsel (holistic) bir yaklaşım gerekir. Tek tek bilimsel çalışmalara odaklanmak yerine, politika yapıcılara sunulan tüm bilimsel bilginin içerdiği epistemik riskin genel dağılımını göz önünde bulundurmak gerekir. Koordinasyon problemleri nedeniyle bilim insanlarının birey olarak bu toplam epistemik riski yönetmesi mümkün değildir. Bu nedenle kurumların bir rol üstlenmesi gerekir.
İkinci olarak gerçekçi düşünmek gerekir. Bilim insanlarının ve hükûmetin politika seçimlerini etkileyen kanıtları neden şekillendirmek isteyebileceğini ve bunu nasıl gerçekleştirebileceğine dikkat etmek gerekir. Demokratik hesap verebilirliği sağlamak için bilimsel danışma komitelerinin işleyişini bunlar ışığında tasarlamak, bireylerin kişisel çıkar ve tercihlerinin olumsuz sonuçlarını engelleyecek kurumlar tasarlamak gerekir.
Tuğba Yoldaş
Ahlaki Statüye Sahip Yapay Zekâ Üretmek: Gelecek Riskler, Zararlar ve Ahlaki Hususlar
Özet
Bu sunumda bireylerin yaratılışı ve yok edilmesi etiği ve zihin felsefesindeki ilgili literatürü bir araya getiriyor ve gelecekteki bazı yapay zekâ sistemlerinin ahlaki duruşuyla ilgili endişelere cevap vermeye çalışıyorum.
İlk olarak, bir yapay zekâ sisteminin ahlaki açıdan önemli çıkarları olabilmesi için sistemin deneyimler, motivasyonlar ve inançlar gibi zihin durumlarına sahip olma kapasitesinin olması gerektiğini iddia ediyorum. İkinci olarak, yapay zekâ sistemlerinin bu kapasiteye ancak en iyi şekilde temsil ve hedefleri açısından açıklanabilen gerçek öz yönelimsel sistemler olduklarında sahip olabileceklerini savunuyorum. Üçüncü olarak, yapay zekâ sistemlerinin ancak süreç ve davranışlarının en iyi şekilde temsil ve hedeflerinin esnek ve sistematik olarak geniş bir yelpazedeki diğer temsil ve hedefleriyle etkileşime girebilmesiyle açıklanarak gerçek öz yönelimsel sistemler olabileceklerini iddia ediyorum. Sistemlerin temsil ve hedeflerinin sistematik esnekliğini açıklamanın en iyi yolu olarak, “başarı semantiği” felsefi teorisine (Whyte 1990; 1991) başvuruyorum. Yapay zekâya dayanan otonom silah teknolojileri ve yapay zekâ destekli kişisel asistanlar dahil olmak üzere mevcut yapay zekâ sistemlerine bakarak, bu sistemlerin gelecekte nasıl gerçek öz yönelimselliğe ve dolayısıyla temel ahlaki statüye sahip olabileceğini inceliyorum. Bu kapasiteye sahip yapay zekâ sistemlerini yaratmaktan en azından şimdilik uzak durmamız için kuvvetli ahlaki nedenler olduğunu savunuyorum.
Nüfus etiğindeki değişkenci teorilere dayanarak, “yalnızca olası kişiler” (hiç var olmayacak olan veya varoluşu bazı eylemlerin gerçekleştirilmesine bağlı olan) de dahil olmak üzere tüm kişilerin, ahlaki olarak değişken surette önemli olduğunu açıklıyorum: Yalnızca olası kişilerin kayıpları, nerede ve kim tarafından zarara uğratıldıklarına bağlı olarak degisken surette ahlaki olarak önemlidir (Roberts 2011). Temel ahlaki statüye sahip yapay zekâ sistemlerinin, onları yaşamaya değer bir varoluşa getirmeyi başaramayarak, onlar için daha çoktan ziyade daha az refah yarattığımız her durumunda zarara uğratıldıklarından bahsediyorum. Hâlihazırda mevcut biyolojik ahlaki kişilerin refahını yeterince sağlayamadığımız ve kaynaklarımızın sınırlı olduğu düşünülürse, gelecekteki temel ahlaki statüye sahip yapay zekâ sistemlerinin refahını sağlamak oldukça zor olacaktır. Dahası, bu statüye sahip yapay zekâ sistemlerinin geliştirilmesi, özellikle yapay zekâya dayanan otonom silah teknolojileri, insansız hava araçları ve yapay zekâ destekli kişisel asistanlar gibi alanlarda refahımızı tehdit etme potansiyeline sahiptir.
Fırat Akova
Kurtarma Etiği ve Bir Orta Yol Girişimi Olarak Yapısal Kümeleme
Özet
Afet ve savaş gibi olağanüstü zamanlarda veya sağlık sisteminde olduğu gibi kaynakların bölünemez olduğu durumlarda kişilerin yaşamları tehlike altına girer. Paranın, zamanın ve gerekli diğer kaynakların kıtlığında ne yazık ki herkesi kurtarmak mümkün olmaz; sadece belirli kişilere yardım edilebilir. Herkesi kurtarmanın mümkün olmadığı durumlarda birilerini kurtarmak diğerlerini kurtaramamakla sonuçlandığına göre acil durumlarda rastgele ve dağınık bir biçimde kurtarma etkinliğine girişmektense kurtarma üstüne önceden düşünmek ve bir tasarım oluşturmak bir gereklilik hâlini alır.
Kurtarma etiği olarak adlandırılabilecek alan, hangi durumda hangi kişinin veya kişilerin kurtarılması gerektiğine ilişkin birtakım standartlar saptamaya çalışır. Kişi sayısı, kişilerin özellikleri, eşitliği sağlama, şansları dengeleme ve kişi-grup arasındaki ayrımlara dikkat etme gibi birçok farklı ölçüt, kimin veya kimlerin kurtarılması gerektiğine ilişkin ipuçları verir. Ancak hangi ölçütleri önemsediğimiz, önemsemediğimiz veya hangilerine ağırlık verdiğimiz, kimin veya kimlerin kurtarılmasının doğru olduğuna (ve dolayısıyla kimin veya kimlerin kurtarılmamasının doğru olduğuna) ilişkin kararımızı ister istemez değiştirir.
Konuşma, kurtarma etiğindeki iki ayrı yaklaşımı (en yüksek sayıda kişinin kurtarılması yaklaşımı ile kurtarma anlarında herkese eşit şans tanıma yaklaşımını) inceleyerek bir orta yol girişimi sayılabilecek yapısal kümeleme (formal aggregation) yaklaşımını öne çıkaracaktır. Yapısal kümelemenin diğer iki yaklaşıma göre güçlü yanları ve zayıf yanları tartışılacak ve yapısal kümelemenin potansiyelleri üstünden kurtarma etiğindeki çok bilinmeyenli denklem açığa çıkarılacaktır.
Emre Kaplan
Ahlaki Şantaj
Özet
Bir aktörün, başka bir aktörü yanlış bir fiil olan B’yi yapması için, daha yanlış bir fiil olan A’yı yapmakla tehdit etmesi ahlaki şantajdır. Ahlaki şantajın en yaygın bilinen örneklerinden birisi Bernard Williams’ın “Consequentialism and Integrity” makalesindeki “Jim and the Indians” senaryosudur. Bu senaryoda bir koloninin başındaki komutan, koloniyi ziyaret eden Jim’e bir teklif sunar. Komutan normalde yerlilerden oluşan 20 esiri öldürmeyi planlamaktadır. Ama Jim’in şerefine, eğer Jim esirlerden birini öldürürse kalan 19 esiri serbest bırakacağını söyler. Bernard Williams’a göre, bu senaryoda doğru karar bir kişiyi öldürmektir. Ancak sonuççuluk buradaki gerçek ahlaki ikilemi göremediği ve Jim’i komutanın fiillerinden de sorumlu tuttuğu için Williams’a göre hatalı bir kuramdır.
Williams ahlaki şantaja uymanın bazen kabul edilebilir olduğunu düşünse de Immanuel Kant gibi bazı filozoflar ise ahlaki şantajları kategorik olarak reddetmektedir. Kişiler sadece niyetlerinden sorumludur. Bir kişi başka kişinin kötü niyetlerinden sorumlu tutulamaz ve bu kötü niyetleri engellemek için kendisi kategorik buyruklara aykırı hareket edemez.
Pek çok filozofsa ahlaki şantajlarda nasıl davranılması gerektiğine ilişkin çeşitli kriterlere başvurmuştur. Bunların arasında daha iyi alternatiflerin yoksunluğu, mağdurların tazmin edilebilirliği ve şantaja boyun eğmenin şantajın gerçekleşmesine kıyasla farklı ve fazladan hiçbir kişiyi mağdur etmemesi sayılabilir. Bu tartışmalar hak ihlalinde bulunan devletler, örgütler ve kurumlarla etkileşimlerimizde nasıl davranmamız gerektiğini belirler. Bu oturumda çeşitli örnekler üzerinden ahlaki şantaj sorunu ele alınacak.
Müge Kuyumcuoğlu Tütüncüoğlu
Mantık ve Ontolojinin Kesişiminde: Zihinsel Temsiller
Özet
Gerek analitik felsefe gerekse bilişsel bilim alanlarında, zihinsel temsillerin doğası problemi önceliğini sürdürmektedir. Dışarıdan bakıldığında teknik ve detay bir problem gibi gözükse de, zihinsel temsil problemine getireceğimiz açıklama, ontolojik önerme yapmanın temel kabul ve ön koşullarını değiştirmektedir. Bu temel kabullenmeleri konu alan sorunlara örnek olarak “mantıksal değişkenlerin somut nesne kümelerine ne yolla işaret edebildiği” ya da “soyut kavramların, kelime, cümle veya semboller aracılığı ile işaret ettikleri nesne ve fikirlerle aralarındaki temsil ilişkisinin nasıl bir bağlantı olduğu” gibi sorunları gösterebiliriz. Bu sorunlara vereceğimiz cevap, ister dilin kullanılma kuralları aracılığıyla bir çeşit normatif zorunluluk ve olasılık dünyasına işaret etsin, isterse de bir çeşit belirli “psiko-dilsel” dolayım aracılığıyla gerçekleştiği önerisini içersin, bu nevi bir açıklama getirmeden, en basit mantıksal ve ontolojik formalizasyonlar temelden yoksun kalacaktır. (Sellars, 1979)
Öte yandan bu sorunun çözümünü aramak, bizi analitik felsefe tarihinde konu olmuş analitik-sentetik ayrımı, doğruluğun tanımı, sentaks-semantik ayrımı, keşif ve gerekçelendirme bağlamı ayrımı gibi temel tartışma konularının kalbine götürecektir. Bu konuşmada yapmak istediğim, formalist analitik felsefe ve pragmatist felsefe yaklaşımları arasındaki fay hattını, zihinsel temsil problemi bağlamında ele almaktır. Bu sorunun cevabı son yıllarda felsefe literatüründe zihin felsefesi ve bilişsel bilimin yükselişinin sebeplerini anlamamıza olduğu kadar, aynı zamanda analitik felsefe tarihini de pragmatizme karşı geliştirdiği refleksler bağlamında daha geniş açıdan okuyabilmemizi sağlamak yolunda katkı sağlayacaktır.
Özgüç Güven
Kant ve Analitik Geleneğin Ortaya Çıkışı
Özet
Çok kez söylenmiştir… Ya Kantçı olunur ya da Kant’a karşı çıkılır, Kantsız felsefe olmaz! Konuşmamızda bu savı analitik geleneğin ortaya çıkış tartışmalarıyla ilişkilendireceğiz. Bilindiği üzere analitik gelenek geniş anlamıyla, içinde pek çok filozofun yer aldığı, matematik felsefesi, mantık felsefesi, mantık, ontoloji, epistemoloji ekseninde tartışmaların yürütüldüğü bir dizi felsefi çabayı imler. Bütün bu filozofların aynı “gelenekte” yer almasını sağlayan ortak bir özellik olup olmadığı çok sayıda çalışmada tartışılmıştır. Konuşmamızda analitik geleneğin ortaya çıkışının Kant karşıtlığı üstünden gerçekleştiğini, ancak bu karşıtlığın örtük olarak pek çok Kantçı felsefe ögesinin olumlamasını içerdiğini öne süreceğiz. Bu bağlamda konuşmamızda üstünde duracağımız başlıklar şöyle olacak: (1) Kant’ın felsefe mirası olarak eleştirellik, (2) Kant’ın dogmatik metafizik eleştirisi, (3) yetiler yoluyla bilmeye sınır çizilmesi, (4) anlamın olanaklı deneyimin sınırları içinde aranması, (4) yargıların analitik ve sentetik olarak sınıflandırılması ve (5) a priorilik ve görü bağlantısı.
Bu başlıkların Frege, Wittgenstein, Russell, Carnap ve Quine felsefelerinde yerlerini anıp özellikle Frege ve Wittgenstein bağlamında ayrıntılı tartışacağız. Söz konusu filozofların Kant’a karşı gerekçelerini (1) sentetik a priori yargılar, (2) görü ve tasarım ve (3) psikolojizm ve transendentallik bakımından ele alacağız.
Frege’nin pek çok kişice analitik geleneğin kurucusu olarak görülmesinden ötürü konuşmamızda Frege-Kant bağıntısını daha ayrıntılı konu edeceğiz. Frege’nin “dile dönüş”ünün içerdiği Kantçı temaları ve ortaya koyduğu Kant eleştirilerine karşın Kantçı felsefeden edindiklerini göstereceğiz.
Mehtap Doğan
Kafatasından Öteye Geçen Zihin: Dünyamın Sınırı Zihnimin Sınırı Olabilir mi?
Özet
Zihin-beden problemi Descartes’ın felsefeye bıraktığı paylaşmakla bitmeyen bir mirastır. Mirastan en büyük payı alan da şüphesiz fizikalizmdir. Fiziksel olmayan bir tözü ya da niteliği kabul etmek yerine zihnin doğasına dair fiziksel bir açıklama getirmek, başarıldığı takdirde sorunun kökten çözümü olacaktır. Ancak bu fiziksel açıklamanın hangi temellere dayanacağına yönelik hipotezler büyük farklılıklar göstermektedir. Bu farklılıkların içerisinde yer alan örtük uzlaşılardan bir tanesi zihnin ya da zihinsel durumların beyinde, beynin özel bir bölgesinde, beynin işlevsel yapısında, nöronlarda ya da nöron etkileşimlerinde yer aldığı ya da tamamen bunlardan kaynaklandığıdır. Bu kabullerin hepsi zihni ya da zihnin durumlarını kafatasının içerisinde konumlandırmakta ya da bunların tüm kaynağını kafatasının içerisinden bulmaktadır; bu da bir bakıma içselciliğin en genel kabulüdür.
Bu yaygın kabulün karşısında yer alan genişletilmiş zihin, aktif dışsalcılık, enaktivizm, bedenleşmiş biliş gibi yaklaşımlar ise zihnin sınırlarını beynin ötesine taşıyarak klasik zihin felsefesi tartışmalarının temellerine yönelik bir eleştiri getirmektedir. Örneğin genişletilmiş zihin, zihinsel durumların veya eylemlerin yalnızca inanan, arzulayan, umut eden, kaygı duyan vb. kişinin içinde yer almadığı, bazı zihinsel durumlar veya eylemlerin bazı yönleriyle bunlara sahip olan bireylerin biyolojik sınırlarının dışında yer alan faktörler tarafından oluşturulduğu görüşüdür. Bu hususta Clark ve Chalmers (1998) tarafından ortaya atılan “Zihin nerede biter ve dünyanın geri kalanı nerede başlar?” sorusu zihne dair açıklamalara yönelik yeni bir odak noktası sunmaktadır. Bu soru zihnin ya da zihinsel durumların konumuna dair bir soru olsa da bununla bağlantılı bir diğer soru da bedenin ya da kafatasının dışına uzanan (ya da uzanmayan) bu zihnin ne olduğudur. Bedenin ve çevrenin zihinsel durumlar üzerindeki etkisinden hareketle oluşturulan dışsalcı zihin yaklaşımının klasik içselci bakış açısı karşısında avantajları ve dezavantajları bulunmaktadır. Bu sunumda, içselcilik ve dışsalcılık tartışmasının bizi götüreceği yeri ve bu tartışmanın “zor problem” açısından alternatif bir cevap oluşturup oluşturamayacağını eleştirel bir şekilde ele alırken, hem bedenimizle hem de çevremizle olan ilişkimize dair bir çerçeve oluşturmaya çalışacağız.
Kaan Tabakçı
Mantıksal Çıkarımcılık
Özet
Birden fazla mantıksal çıkarımcılık kuramı olsa da, kabaca, mantıksal çıkarımcılar, mantıksal terimlerin (“ve”, “ise”, “değil” vs.) anlamlarının ispatlardaki kullanımları tarafından belirlendiğini savunurlar. (Dummett 1991, Prawitz 1965, Gentzen 1935) Örnek olarak, bir mantıksal çıkarımcı “ve” bağlacının anlamını, ispatlarda “ve”’nin nasıl kullanılması gerektiğini dikte eden çıkarım kurallarının (“ve” türetme ile eleme kurallarının [“and” introduction elimination rules]) belirlediğini savunabilir. Bu konuşmada yakın zamanda popülerleşen model-teoretik mantıksal çıkarımcılık (MTMÇ) kuramını savunacak ve MTMÇ’nin savunucularının hangi felsefi ve formel sorunları çözmeleri gerektiğini tartışacağım. (Garson 2013, Murzi and Steinberger 2021, Restall 2009)
Öncelikle, farklı mantıksal çıkarımcılık kuramlarının sınıflandırılmasının anlamdan, kullanımdan ve belirleme ilişkisinden ne kastettiğimize bağlı olduğunu göstereceğim. Kuramların sınıflandırılmasının bu üç parametreye bağlı olması, bize MTMÇ’nin hangi varsayımlara dayandığına işaret edecek. Sonra da MTMÇ’yi diğer kuramlardan ayıran ana özelliğin mantıksal terimlerin anlamının temsili olduğunu göstereceğim. Başka bir değişle, MTMÇ tezinin mantıksal terimlerin anlamını doğruluk şartlarıyla temsil etmesinin, MTMÇ’yi diğer mantıksal çıkarımcılardan ayırt eden özelliği olduğunu göstereceğim; bu farkın da MTMÇ tezini diğer mantıksal çıkarımcı tezlere karşı üstün hâle getirdiğini savunacağım. Son olarak da MTMÇ tezini savunanların neden kategori problemini çözmesini gerektiğini açıklayacak ve bu probleme en makul çözüm yöntemlerini tartışacağım. (Carnap 1943, Smiley 1997, Restall 2009, Belnap and Massey 2009)
Tartışma
Göçmenleri Piyangoyla Seçmek: Arınıklık, Adalet ve Çeşitlilik Gerekçeleri
Rufaida Al Hashmi, “Lotteries and Immigration”

Emre Kaplan
Konuşmacı

Faik Kurtulmuş
Konuşmacı

Fırat Akova
Konuşmacı

Kaan Tabakçı
Konuşmacı

Mehtap Doğan
Konuşmacı

Müge Kuyumcuoğlu Tütüncüoğlu
Konuşmacı

Özgüç Güven
Konuşmacı

Tuğba Yoldaş
Konuşmacı